top of page

Yeşer Sarıyıldız

Communication Consultant

İstanbul, hala düşündüğümde beni heyecanlandıran, onunla yaşadıklarımın başka olduğunu

bildiğim; ama karşılaştığımda artık tanıdığım kişiyi bulamadığım eski bir dost, hatta belki de

eski bir sevgili gibi. Kendi zamanını benim için dolduran, ama her yollarımız kesiştiğinde beni

kucaklayacağını bildiğim, seçilmiş aileden biri. İçinden çıkılamaz konuların ortasına

düştüğümde, sanki hiç ayrılmamış ya da büyümemişiz gibi birkaç günde aklımı uçuran ve o

birkaç günden sonra soruların cevaplarının beynimde belirmesini sağlayan eski ev arkadaşı.

Artık onda da olmadığını bildiğim bir sürü şeyin sahibi. Evinde her zaman bir yerimin

olduğunu, kapısının bana hep açık olduğunu bildiğim orta yaşlı bilge bir hanımefendi.

“Kızdırmışlar seni bugün, koyayım bi duble iyi gelir” diyen sakallı, yaşlı, akşamcı beyefendi.

Ne zaman umutsuzluğa kapılsam, bir terasında umut dolduğum, denizinin kıyısında huzur

bulduğum, dost masalarındaki kadeh tokuşturmalarıyla saatlerce uyumuşum gibi enerji

dolduğum, her bir kaldırım taşının nice hayattan daha çok hikayeye sahip olduğu maceracı

kedilerin şehri; İstanbul.

Kurtuluş’un Baruthane Caddesi’nin sonundaydı İstanbul’daki ilk evim. Taksim’den eve uzun

yürüyüşlerim olurdu. Baruthane’ye doğru döndüğüm an, evdeyim hissi sarardı bünyemi.

Neredeyse 10 senedir Baruthane’de oturmasam da, hala geçtiğimde aynı his gelir.

Baruthane Caddesi, bana göre hala İstanbul’un en güzel yerlerinden biridir. Peyniri

peynirciden, simiti simitçiden, zeytini zeytinciden aldığınız, sıra sıra esnafın dizildiği, günün ilk

saatlerinde kepenklerin açılmasıyla hareketlenen ve gece çorbacıların kepenklerini geç

saatlerde indirmesiyle, uzun süre uyanık kalan sokaktan bozma bir caddedir. Dümdüz devam

edip sağa kıvrılınca, Pazar günleri Bomonti Antika Pazarı’na salınırsınız. Son dönemde

popüler hale gelse de, hala her gittiğinizde bulduklarınıza inanamazsınız. Bazen tezgah sahibi

ünlü bir oyuncu çıkar, bazense tezgahın birinde eski bir İstanbul beyefendisine ait bir rozet

bulur, sahibiyle ilgili hayallere dalarsınız. Cumartesileri organik Pazar açılır, gerçekten ucuza

uygun kıyafet kapatmak içinse, perşembe geceden gitmek gerekir. Bunu da sadece pazarın

gerçek sahipleri bilir. Gözleme yemeden pazardan ayrılmak ayıp kabul edilir, yanında da taze

sıkılmış karışık meyve suyu pek güzel gelir. Buradan ayrılıp biraz daha aşağı salınınca, sizi

Bomontiada karşılar. Bazen bir etkinlik olur, bazense bira içmeye uğranır. İdeal bir Pazar

günü için, Bomonti’den hiç çıkmasanız da olur.

Mahallenin bizim oluşunun güveniyle salına salına yürürüm hep Cihangir’de. Neredeyse her

apartmanda, olmadı bir yanında ya da karşısında bir arkadaş oturur. Hem arkadaşlarına hem

kedi köpeklere, bir de artık muralı bile çizilen Osman Amca’ya selam vere vere yürür herkes.

Özünde her mahalleli bilir ki, Cihangir merdivenlerde özerkliğini ilan etmiş kedilerindir. Hele

hamile bir kedi varsa, kediler kaplan kesilir, öyle bir tıslarlar ki, şehir içinde vahşi hayatta

zannedersiniz kendinizi bir anlığına, yolunuzu değiştirmeniz gerekebilir. Firuzağa’nın

köşesindeki simitçiden simit alıp “çayı demledim” mesajı atan arkadaşıma kahvaltıya

gitmekle başlar Cihangir’deki cumartesilerim. Belki üzerine Firuzağa’da bir Türk kahvesi ya da

Kronotrop’ta yeni nesil deneyimler çeker canım. Yine yünü yüncüden, kaymağı kaymakçıdan,

ne gerekiyorsa oncusundan alarak dönerim. Akarsu Caddesi’nden, Cihangir Caddesi’ne doğru

dümdüz yürürken, manavın tam yanında bir köşe başı vardır. Yokuş aşağı iner, ama sizin

inmeniz gerekmez. Dünyanın en güzel manzaralarından biridir orası. İstanbul’un her yeri

yokuş olduğu için, karşıdan gelirken de belli bir noktaya gelene kadar görünmez, alelade bir

sokakta yürüdüğünüzü sanarsınız. Sonra bir adım daha atarsınız ki, masmavi bir Boğaz

manzarası tablo gibi karşınızdadır. Güne puanınız yükselir, İstanbul’da yaşamak her şeye

değer dersiniz. Cihangir Caddesi, Cihangir’in en güzel yeridir. Cadde boyu karakteristik


apartmanlar, güzel bir kitapçı, yan masayla illa ki kaynaşılan mekanlar ve aşağı doğru inen

her merdiven başında insanın aklını başından alacak bir manzara. İnsan bir caddeden başka

ne bekleyebilir ki?

Yine de aşağı sarkmadan olmaz, görecek çok yer var. Firuzağa’dan Çukurcuma’ya, oradan da

Yeniçarşı Caddesi’ne bağlanacağınız rotayı öneririm. Çukurcuma’ya doğru döndüğünüz

sokağın tam köşesinden, önce bir turşu suyu alıp yola öyle devam etmek gerek. Güzel

kahvecilerin, galerilerin ve antikacıların sıra sıra dizildiği sokağın devamında Tarihi

Galatasaray Hamamı karşılıyor sizi. Yol da sağa doğru döndürüyor. Az sonra önünden

geçeceğiniz Anabala Pasajı’nda bir hazine gizli. Beyoğlu’nun son Ermeni kuyum ustası, Kirkor

Merdinyan. Küçük atölyelerinde, Kirkor Bey’i hala çalışırken görüyorsunuz. Kızı İren Hanım

size seçenekleri anlatıyor, karar vermenize yardımcı oluyor. Pasajdan girdiğiniz yerden çıkıp

İstiklal’e çıkmadan önceki son sola dönerseniz, Beyoğlu’nun sürekli değişen murallarını

göreceğiniz, üstü sarmaşıklarla kaplı Urban’ın önünden geçeceksiniz. Güneşli bir İstanbul

öğleninde, bir bira molası vermek ve biraz kitap okumak için enfes bir lokasyon.

Devam ediyoruz. Doğru gidince, Galatasaray Lisesi’ne çıkarıyor sokak. İki seçeneceğiniz var:

İlki Tünel’e doğru yürüyüp, İstiklal Caddesi üzerinde pasajları ve San Antuan Kilisesi’ni

gezerek Galata’ya doğru inmek. Diğeri ve benim genelde tercih ettiğim; lisenin tam yanından

sola, Ara Cafe’nin olduğu sokağa doğru dönmek. Senelerce ofisimin olduğu Yeniçarşı Caddesi

burası. Güzel kahvecilerin, kitapçıların, plakçıların, galerilerin olduğu; bana kalırsa hakkı

yeteri kadar teslim edilmemiş bir sokak. Buranın üzerinde sol tarafta, yiyebileceğiniz en güzel

tostları yapan küçük bir büfe göreceksiniz, Asya Büfe. Hatta size özel tarifimi de vereyim:

Ekmeğin bir tarafına acı ezme, diğerine zeytin ezmesi sürülüyor. İçine ezine peynir, domates,

bol maydanoz, dereotu ve biber; yanında da taze sıkılmış portakal suyu. Çekin küçük bir

tabure soluklanın, bu lezzet durmayı hak ediyor. Şu anda Tomtom Mahallesi’ndesiniz.

Yeniçarşı’dan doğruca aşağı sallanıp Boğazkesen’e bağlanıyorsunuz. Güzel butiklerin, tasarım

dükkanlarının sıra sıra dizildiği Boğazkesen’de her dükkana gire çıka aşağı iniyorsunuz.

İstanbul’da yapması en büyüleyici şeylerden birine geldi sıra. Karaköy’e inip Karaköy

İskelesi’ne doğru yürüyor ve vapura biniyorsunuz. Kaç senedir İstanbul’da yaşadığı ya da ne

kadar sıklıkla vapura bindiği önemli değildir, her İstanbullu her vapura binişinde

heyecanlanır. İçi kıpır kıpır olur. Şehrin keşmekeşinde kaybolurken, şehirle ilişkini tazeleme

yoludur vapur. Martıların sesleri, gün içinde yaptığın kıtalararası yolculuğa fon müziği olur.

Denize dalarsın, “Güzel şehir be” dersin, üşüyerek dışarıda oturur, rüzgarın yüzüne vuruşunu

hissedersin.

Günü bazen bir terasta etraftaki evlerin ve Galata Kulesi’nin ışıklarını görüp içlerindeki

hayatları düşünerek, bazen denize yakın bir balıkçıda, bazense sevdiğim bir semtte sokak

arasında kaldırıma konmuş bir masada; ama illa ki rakı sofrasında bitirmeyi severim. Kadehler

tokuşturulurken, İstanbul iliklerinize işler. Şehrin ritmini hissedersiniz. Her gelişinizde farklı,

ama özü hep aynı, ritmi yüksek ve yaşamayı seven bu şehre; bir gün yine mutlaka yolunuzun

düşeceğini bilirsiniz.

İstanbul’a hoş geldiniz.

123-456-7890

Yeşer Sarıyıldız
bottom of page