Alpay Erdem
Comedian, Cartoonist
İstanbul benim için bir ağaçtır. Dev gibi, çok büyük, kocaman bir ağaç. Dallarında yeşil
papağanların uçuştuğu, kovuklarında sincapların hasbihal ettiği, üzerinden alakargası,
ağaçkakanı, kızılgerdanı eksik olmayan, yemyeşil bir ağaç benim için İstanbul. İstanbul
öyle nehir kenarında bir ağaç. Nehir de Boğaz aslında. Hep masmavidir boğaz. Ben
böyle görüyorum İstanbul’u. Ben bir de bisikletçiyim. Karış karış geziyorum İstanbul’u
bisikletimle. Ve İstanbul çok güzel. Çünkü İstanbul bir ağaç. Bir dalı Çengelköy, bir dalı
Beykoz olan bir ağaç. Beykoz’da köfte yenir, Çengelköy’de börek. Polonezköy efsanedir.
Polonezköy’de gözleme yenir. İstanbul, içinde ağaçlar olan muhteşem bir ağaç. Ve ben
ağaçları çok seviyorum. Fırsat buldukça ağaçlara sarılıyorum. Sarılıyorum sarılmasına
ağaçlara da, ne bileyim, toplum hala pek hazır değil sanki buna. Kendileri ağaçlara
sarılmıyorlar, ağaçlara sarılanları benimseyemiyorlar. Sizlere ilk ağaca sarılma
deneyimimi anlatayım öyleyse. Bir keresinde sinemada Prensesin Uykusu’nu izledim
öyle. Bir Çağan Irmak filmi. Harika bir film. Filmde ağaca sarılan Çağlar Çorumlu’yu
gördüm. Dedim “ben de sarılacağım ağaca o zaman.” Çağlar Çorumlu böyle filmde
sarılıyor ağaca yol ortasında, mutlulukla ağacın özsuyunu dinliyor. “Bundan daha güzel
bir şey olamaz hayatta” diye düşündüm o an. Çok etkilendim, çok özendim. “Salondan
çıkar çıkmaz, şöyle tam sarılmalık bir ağaç bulsam da, tüm kuvvetimle sarılsam” diye
düşündüm hep film boyunca. Zor getirdim filmin sonunu. Sarılmalık bir ağaç
bulamadım öyle hemen. Çünkü öyle her ağaca da sarılamaz ki insan. Her insana
sarılabiliyor musun? Aynısı. O gün sarılmalık bir ağaç bulamadım. Ertesi gün atladım
bisikletime, Beykoz Korusu’na gittim. Binlerce sarılmalık ağaç vardı Beykoz Korusu’nda.
Seç beğen sarıl. Gözüme bir ağaç kestirdim. Tam sarılacağım, belediye konseri çıkışı gibi
oldu bir anda koru. Amcalar teyzeler çocuklar, genç kızlar delikanlılar. “Sarılamam ben
şimdi bu ağaca bunca insan içinde” diye düşündüm önce ama bir kez davranmıştım da
işte. Tam sarılırken sarılmamak da olmazdı. Dedim “bari koklayayım ben bu ağacı.”
Kokladım sonra ağacı. Size bir şey söyleyeyim mi, kendimi çok iyi hissettim o anda.
“Yaşıyorum işte resmen” dedim, “nefes alıyorum.” O öyle güzel bir kokuydu ki, aklımı
başımdan aldı. Sarıldım sonra ağaca. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi düşünmedim o an. İlk
ağaca sarılma deneyimim böyle gerçekleşti. Sonra da hep sarıldım ağaçlara. Çünkü
İstanbul benim için bir ağaç. İnsan şehrine sarılmaz mı. Sarılır elbet. Rahat
bırakmasalar, alaya da alsalar sarılır. İstanbul benim ağacım. Köklerimin köklerine
karıştığı görkemli bir ağaç İstanbul.
123-456-7890

.png)
